Tarihe, Maraş Depremi olarak geçen ama Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Elazığ, Gaziantep, Hatay, Kahramanmaraş, Kilis, Malatya, Osmaniye ve Şanlıurfa’yı yerle yeksan eden depremin üzerinden iki koca yıl geçti.
Tüm yaşananlar rakamlara döküldüğünde anlamsızlaşır.
İstatistiğe dönüşür. Sistemdeki bir veri olur.
İki yıl nasıl o cehennemi yaşamayan bizler için göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş ise…
O cehennemi yaşayanlar için ise geçmeyen bir andır.
Mukadderat olsa idi yaşadıkları; bir nebze kayıplarına, acılarına, zamanla bir kabullenmişlik gelirdi.
Oysa insanlar kesilen kolonların, rüşvet ile alınan oturma ruhsatlarının, yapılmaması gereken yerlere yapılan binaların kurbanı idiler.
Evet, çok büyük bir depremdi.
Evet, peş peşe bu şiddette bir depremi daha önce kimse yaşamamıştı.
Evet, Asrın Felaketi idi.
Evet…
Ama çadırları da biz sattık.
Yardım olarak giden gıda malzemelerini çalıp satan yine biz idik.
Depremden sağ kurtulan, ama sonrasında kaybolan çocukların da vebali bizdedir.
Demeyin hiç biz değildik.
Hani hepimizin bildiği bir söz var ya “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” diye.
Her birimiz bu ülkede yaşanan tüm haksızlıkları biliyor ve susuyoruz.
Ve her geçen gün daha da şeytanlaşıyoruz.
Bu bir anma yazısı değil.
Anmalar yaşanmış ve bitmiş olaylar için yapılır.
Biz her gün ülkemizde insan öldürüyoruz.
Yeni doğan hastanelerinde para için
40 günlük olmamış bebekleri öldürüyoruz.
Yangın merdiveni bulunmayan otellerde insanları yakıyoruz.
2024’te iş cinayetlerinde ölen 1897 işçinin de, 394 kadının da katili biziz.
O cehennemi yaşayanlar hala o cehennemde.
Ve bizler o cehenneme odun taşımaya devam ediyoruz.